Tavit’in Bahçesi: Zovaser Dağı
Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde develer tellal iken, pireler berber iken diye başlar birçok öykü… Dünya’nın, insanın başlangıç öyküsünde yine kadındı günah keçisi Babil söylencelerinde. Tiamat’ı parçalayan ulu tanrılar tanrıçanın vücudundan yeri, göğü ve dağları yaratmadı mı? Sonra kul olup tanrılara hizmet etsin diye insanı.[1]
Devletler yoktu artık benim dünyamda, kimlikler ve sınırlarda öyle. Anarşistim bedenime yüklenen kimliklere karşı vakitsiz direnen… Şehrin puslu havasında bıraktım hırslarımı, para kazanma arzusunu ve maskelerimi. Kiminin cesarettedir yolculuğu kiminin yürekte… Gecenin amansız karanlığında şehri terk ediyorum ardıma hiç bakmadan. Ve gece düzen güçleri uykuda, yöneticiler ise sadece gündüz gösteriyor yüzlerini. Gece başlıyor bir düş. Yeni bir serüven ise gecenin konusu oluyor. Gündüz tutsak olduğumuz iş dışındaki süreye serbest zaman demişiz bir kere. Ve hepimiz sistemin gönüllü köleleri[2]…
Bu yeni bir yol hikâyesiydi kelimelere dönüşen. Dutların döküldüğü, başakların sarardığı bir vakit, Yaşar Kemal’in sarı sıcak dediği türden bir hava. Maskeli bir dünya ve şehre çökmüş puslu bir nem. Ovada kara asfaltın uzandığı yol beni bir zamanlar cesaretleriyle tanınan mirlerinin diyarına dağ ülkesi Sasun’a götürüyor. Uzaktan Mereto dağının silueti nereden bakarsan adının anlamına yaraşır “Dünyanın hâkimi[3]” gibi ihtişamlı duruyor.
Sasu, Sanasuna, Sanasunk, Sasun veya Sason… Sason ismini araştırıp öğrendiğim kadarıyla anlatayım. Tevrat’ta Sason isminin Saraser[4] (Sanasar, Sanasun)’dan geldiğine dair bir bölüm mevcut.[5] Fakat en eski kaydına Asur tabletlerinde Sasu olarak rastladım. Asıl Sasun[6] şehri, bugünkü Bozıkan[7] köyündeydi 1900’lerin başına kadar. O dönemlerdeki Ermeni isyanlarından dağların arasındaki ilçe ile iletişimin sağlıklı yapılamamasından dolayı kaza merkezi o zamanki Kabilcewz’e, yani bugünkü Sason’a taşındı. Osmanlı arşiv belgelerinde karşılaşmıştım Sasun isminin Sason’a nasıl dönüştüğüne. O zamanlar Bitlis vilayetine bağlı olan Sasun için gönderilen yazışmalar, Sasun yerine Samsun’a gönderilince, Babıali’de Sasun ismini belgelerde Osmanlıca ile “se” yerine “sad” ile yazılmasına karar veriyor. Böylece bir sesten Sasun, Sason oluveriyor. Cumhuriyet döneminde de 1935 yılındaki Meclis zabıtlarında Sason isminin millileştirilerek Gökmen olarak değiştirilmesine dair alınan karara denk gelmiştim. Fakat ilginçtir ki Sason, Gökmen olarak isim değişikliğine uğramadı veya alınan karar uygulanmadı.
Geceyi ışığa boğuyor güneş, tüm karanlığa meydan okurcasına Mereto dağının ardında. Usul usul gün aydınlanıyor. Korkuluklar gecenin karanlığında gökyüzüyle halaya durmuş. Bende çileli bir neşeyle Zovaser’i tırmanıyorum. Tiamat’ın gözlerinden akıp İdris peygamberin kılıcıyla çizdiği rotaya sığmayıp umutla akan Dicle gibi dingin, Mem gibi yüreğinin peşinde, Botan’da Bedirhan’ın başkaldırısı gibi asi… Ve Aram Tigran’ın “Tağa fılla” ezgisindeydim Sasun dağlarında.
Ne demişti şair: “Hepimiz zirvede olmak isteriz ama asıl keyif, oraya tırmanırken yaşadıklarımızdır.[8]” Simurg Anka kuşu gibi bir his, var ile yok arasında. Kaf dağının ardına, umuda kanat çırpıp engelleri aşan kuşların hikâyesini bilir misiniz?[9] Bugüne kadar bir sürü engeller vadisini aştım, şimdi kim bilir hangi engeller vadisindeyim Kaf dağına varmak için.
Yıllar önce doruklarına tırmandığım, rüzgârlarını ezberlediğim, yıldızlara, bulutlara, kuşlara yakın başı duman, saçları kar olan düşüm. Peşinde olduğum siluet şekilden şekille değişiyor dağın yamacında bir kaçakçı edasıyla. Ve gökyüzü penceresine aralanıyor yürüyeceğimiz patika. Kelimeler uçuşuyor zihnimde mevsimsiz kar gibi. Ve “sen benim hangi parçamsın yere düşen” diyen şair…
Uzaklardan bir zamanlar yüksekliğinden kuşların üzerinde uçamadığını söyleyen Şerefhan’ı yanıltırcasına Sasun kalesinin harabeleri gözüküyor. Bir zamanların ünlü Sasun kalesi ve Sasun Beyliği… Sasun, 7.yüzyıldan itibaren Sanasunk adıyla bölge ve hanedanlık olarak kaydedilmiş. 11. yüzyıldan itibaren Kürtler, bölgeye yoğun bir şekilde yerleşmeye başlıyor. Rojekiler, Bitlis, Hazzo ve Sason’u kral Tavit’ten alıp, Ahlat’tan gelen iki kardeşten İzzeddin Sason’un, Diyaddin ise Bitlis’in yönetimini üstleniyor[10]. Bu şekilde Sason Beyliği, dağların arasındaki aşiretleri bir araya getirerek birliği sağlıyor. Bozıkan’daki Sason kalesi, beyliğin merkezi olarak uzun bir süre kaldıktan sonra mirler, önce Hazzo’ya sonra Zok’a[11] yerleşiyor. 1847 yılına kadar bağımsız kalan on beş Kürt mirliğinden biri de son dönemlerde Hazzo[12] olarak anılan Sason Beyliğiydi.
“Sason hükümdarları, Kürdistan hükümdarları arasında cesaretleri, cömertlikleri, kahramanlıkları ve alicenaplıklarıyla ün yapmışlardır. Onlar savaş ve dövüş meydanlarında, tehlikelere ve çarpışmalara atılmakta daima emsallerinden üstün olmuşlardır. Ayrıca ulu krallarla ve büyük sultanlarla da geçinme ve siyaset yollarını izlemişlerdir. Bundan ötürüdür ki, peş peşe Kürdistan’ı egemenlikleri altına alan Akkoyunlu, Safeviler ve Osmanlı gibi devletlerin saldırıları sırasında, onlar bu akılı siyasetlerine ve makul geçinme ağacının dallarına bağlı kalarak, ülkelerini vilayetlerine yapılacak saldırıdan kurtarmasını bilmişlerdir; hatta bu devletlerin güvenini ve sevgisini bile kazanmışlardır.” diye bahseder Şerefhan.[13]
Dağa uçurum kenarından tutunurcasına Sere Gaze’ye doğru yürüyorum. Yürüme çabası okyanusların ortasında iki adımlık bir kayada bile yaşamak için tüm fırtınalara karşı koyan insana nankör diyen Dostoyevski’yi[14] hatırlatıyor bana. Her vadiyi aştıktan sonraki yamacın rengi değişiyor. Civanperçemi, ripes[15], kanteron, kekik ve daha adını bilmediğim bir sürü çiçek kokusu… Dağ koku vermiş bir kere. Zirveye taşımı koyarken onlarca uğur böceğini gördüm taşların üzerinde. Belki de tanrıların bir işaretiydi. Belki de her biri tanrılaşmış bir ruhtu.
Tanrıların dağında… Ve bir dağ yolculuğunda bedenimin değil, ruhumun peşinde… Kayboluyorum nereye gideceğimi bilmeden. Kardan bulutların üzerinde koşuyorum, ayaklarım yere basmıyor dağın zirvesinde. Ve “Enel Hak” benim diyen bir çığlık... Özlemiştim yüce dağları, ne kadar çileli bir yol olsa da benim için bir arınma biçimi. Doğa karşısında aciz kalıyor bedenim. Ama doğayı anlamaya çalıştıkça ruhum güçleniyor, anlamaya, anlamlandırmaya başlıyorum doğanın ruhunu. Ve doğanın ritmine kaptırıyorum kendimi tüm zamanın sonsuz yolcuğunda.
Zovaser, Dzovasar veya Subaşı dağları… Üç dilde Kürtçe, Ermenice ve Türkçe… Dağın asıl ismi Ermenice; yani “serin dağ” anlamına geliyor Zovaser. Tüm ulu dağlar gibi Zovaser dağı da Kürtler ve Ermeniler tarafından kutsal kabul ediliyor. Pagan dönemden günümüze insanların inançlarında sanırım bir değişiklik olmadı. Sadece yeni bir uyarlamayla kılık değiştirdi inançlar. Yöredeki Müslümanlar tarafından dağın kutsallık mertebesi, 9.yüzyıldaki savaşlarda hayatını kaybedip dağın zirvesine gömülen seyitlerin mezarlarından ileri gelmekte… Ermeniler tarafından kutsal kabul edilmesindeki neden ise Sasunlu Tavit Destanı’nda anlatılan dağın zirvesindeki Mher’in bahçesi…
Rivayet edilir ki; Sanasar ve Bağdasar[16] kardeşler, Sason’a gelip şehri kurduklarında o zamanın kralı Gagik’ten Dzovasar’ı ister ve kral buraları onlara verir. Mher, Sason dağına gidip tanrının yarattığı bütün hayvanları ve kuşları bahçesine koyar ve etrafını surlarla çevirir. Adına da Dzovasar der. Kapısı olmayan bu yer, Mher’in avlağıdır. Mher’den sonra oğlu Tavit, böyle bir yerin varlığından haberdar olur ve gider babasının avlağında, kapısı olmayan surları bir gürz darbesiyle yıkar. Tavit, içeriye girdiğinde her taraf ağaç, dal, bağ, bahçe ve yeşillikle karşılaşır. Burada büyük bir havuz yapılmış, havuzun içinde su, bir pınar gibi çağıldayıp gitmektedir. Ne kadar yaban hayvanı varsa hepsi burada: ceylan, ayı, kurt, yaban keçisi, yaban koyunu… Tavit, bütün hayvanları serbest bırakır; fakat şehirliler karşı çıkar, yaban hayvanlarını vurmak ister. Tavit, buna izin vermez ve şöyle der: “Bağlı yerde herkes avlar; erkek adam serbest bıraktıktan sonra vuran adamdır” der. Bir tekmeyle bütün duvarları yıkar ve hayvanları kaçırtır.[17]
Benim coğrafyam, bir başka güzel tabi ki. Herkesin coğrafyası kendisine güzel! Belki de genlere bulaşan geçmişin izlerinden kaynaklı, bilmiyorum. Ama bilinenden çok bilinmeyen yerlerden yana kullanıyorum tercihimi. Şehirlerde ve evlerde yarattığımız yaşam alanı ile konforu sonuna kadar yaşarken, ayaklarımız dışında hiçbir organımızı kullanmıyoruz maalesef. Oysa doğa, en yalın haliyle zor bir hayatı sunuyor bize. Yoruluyorsun, acıkıyorsun, üşüyorsun, ıslanıyorsun, acıyı hissediyorsun, sıcaktan vücudun yanıyor, susamaya başlıyorsun, korkuyorsun. Rüzgârın, suyun, kuşların, böceklerin sesini; çiçeklerin, bitkilerin kokusunu duyuyor, görüyor ve hissediyorsun. Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz düşünün ki, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış, böyle bir güzün hüznü hüzün müdür?[18]
İçimde hiç durmadan uzun bir yolculuk yapma isteği… Sisli dağlar, uçsuz bucaksız çayırlar, şırıl şırıl akan dereler, bin bir çiçeğin kokusuna yatmış yamaçlar… Bu yol hikâyesi kendime bir yolculuk aslında. Efkârlı bir hüzün çöküyor dönüş yolunda ve şairin dizeleri zihnimi bulandırıyor: “İnsan kaybolmayı ister mi? Ben işte istedim bayım. Uzaklara gittim, Uzaklar sana gelmez, Sen uzaklara gidersin. Uzaklar seni ister[19]…”
BEHCET ÇİFTÇİ
[1] Enuma Eliş, Babil Yaratılış Destanı.
[2] Gündüz Vassaf, Geceye Övgü
[3] Mereto kelimesinin kökeni olarak en yakın Aramice gibi gözüküyor, yakın anlamı ise Dünya’nın Hâkimi.
[4] Saraser, Asur kralı Sanherib’in oğlu. Saraser ve Adramelek kardeşler, babaları halef olarak abileri Esarhaddon’u gösterince babalarını öldürüp Sason dağlarına kaçar ve burada çoğalırlar. Sason ve Garzan isimlerinin bu iki kardeşin kurduğu hanedanlıktan geldiğini ileri süren araştırmacılar var.
[5] “O gece RAB’bin meleği gidip Asur ordugâhında yüz seksen beş bin kişiyi öldürdü. Ertesi sabah uyananlar salt cesetlerle karşılaştılar. Bunun üzerine Asur kralı Sanherib ordugâhını bırakıp çekildi. Ninova’ya geri döndü ve orada kaldı. Birgün kendi ilahı Nisrok’un evinde tapınırken Adrammelek ve Şaraser onu kılıçla öldürüp Ararat ülkesine kaçtılar. Yerine oğlu Esarhaddon kral oldu.” Tevrat, İkinci Krallar, 19.Bölüm (Bab 35,36,37)
[6] Sasun, Sason isminin asıl kökeni. Bu yüzden bu yazıda genelde Sasun olarak kullanmayı tercih etim.
[7] Kaleyolu köyü, yereldekiler Bozıkan olarak bilir ve 1900 yılına kadar Sasun ilçe merkezi burasıydı.
[8] Can Yücel
[9] Feridun Al Attar, Mantık Al-Tayr - Simurg Anka Kuşu hikâyesi
[10] Şerefname’de Şerefhan, Sason beyliğinin kuruluşunu bu şekilde anlatılıyor.
[11] Zok, Garzan (şimdiki Kurtalan) kazasının eski merkezidir. Garzan nehrinin ve Garzan idari biriminin adı, bu köyün batısında ve bazı kaynaklarda Anuşirvan Kalesi olarak anılan antik Erzen kentidir.
[12] Hazzo, günümüzde Kozluk
[13] Şerefhan, Şerefname
[14] Dostoyevski, Budala
[15] Ribes, Işkın veya yayla muzu
[16] Sanasar ve Bağdasar kardeşler, Sasun Ermenilerinin ataları olarak kabul edilir.
[17] Sasunlu Tavit Destanından. Sanasar oğlu Mher ile torunu Tavit’in serüvenlerini anlatan Sasunlu Tavit destanı, Ermeni halk edebiyatının en ünlü eserlerindendir.
[18] Şükrü Erbaş, Ömür Hanım’la Güz konuşmaları
[19] Didem Madak, Siz Aşktan N’anlarsınız Bayım?