Mıntıka-i Memnu: Hov
Sason’da her sabah güneşin doğuşuna tanıklık edenler, dağın ardındaki Hov bölgesinden habersizdir genelde. Dağların ardından yükselen güneş, ışınları ile Sason’u ve tüm vadideki köyleri aydınlatır. Doğuda keskin bir yamaç ile sur gibi yükselen bu dağların gerisinde Mıntıka-i Memnu yani Sason direnişinin ünlü Hov bölgesi uzanır. Bir zamanlar Avdirehmane Aliye Yunus’ın başkaldırdığı, Tetere Badike’nin at koşturduğu, Cezoye Hıngo’nın eşkiyalık yaptığı asi bir coğrafya.
Bu coğrafyanın içine dalmak öyle kolay değildir. Dağlardan oluşan doğal surların sadece iki giriş kapısı vardır. Bu kapılardan biri Sason’a, diğeri de Kozluk’a çıkar. Tarih boyunca Mezopotamya’nın ovalarından istilalardan kaçmış halkların sığındıkları bir vatan olmuş ve bu halklar yüzyılların hoşgörüsü ile bir arada yaşamıştır. Bölgenin hemen her yerinde bu kültür mozaiği karşımıza çıkar. Bir çeşme Arapça’yla, çeşmenin ardındaki köy Ermenice’yle, hemen ilerisindeki dağ Kürtçe’yle bilinir. Xerzan olarak da bilinen bu coğrafyanın asi ve asil halklarına Xerzi yani Qevme Çiya da denir.
Arapça Nağbe Ğaze, Kürtçe Nekabe Ğaze; yani geçid… Hov’a açılan kapı… Yılın her döneminde Mereto’nun serin esintisi eksik olmaz bu boğazda. Sason ve Hov’un görkemli manzarası ile birleşince bu esinti, güzel bir tat bırakır insanda. Ermenice “rüzgâr” anlamına gelen “Hov” ismi bölgeyle özdeşleşmiş görünüyor. İnsana dair çok fazla bir şey bulamazsınız bu yaylada… Sadece bir tablo gibi karşımızda uzanan ve uzadıkça kaybolan yolun dışında.
Eski zamanlarda Sason’un en kalabalık bölgelerinden biriydi. Natopan, Hizorte, Hov ve Beyt Gevro köyleri bulunurdu bu coğrafyada. Bugün ise sadece köylerin yıkık harabeleri durmakta. İnsan dışındaki diğer canlılara terk edilmiş bir şekilde… Hov’un etrafındaki derin vadilerde de bölgenin asi köyleri uzanır: Gusked, Goğ, Xırbak…
Yeşiller içinde uzanan yol kayalıklardan fışkıran bir dere tarafından kesiliyor. Buraya Ğani Ğore deniliyor. Kayadan yarılarak dışarıya fışkıran su, buz gibi… Yaylanın en önemli su kaynağı… Bu geniş alanda, tepeler arasında yılan gibi kıvrıla kıvrıla, menderesler çizerek bir tepenin dibinde toprağa gömülerek kayboluyor. Bu koca dere, Goğ köyünde tekrar gün yüzüne çıkmakta.
Mereto’yu solumuza aldığımızda kuzeyde Natopan köyü’nün kalıntıları görünür; biraz ilerisinde de Hizorte. Fakat bu köylerde uzun bir süredir yaşam yok. Hov ve Beyt Gevro’da yıkıntı evler ve bir zamanlar tarla oldukları izlenimini veren topraklardan başka bir şey yok. Havaların ısınmasıyla yaylaya çıkan birkaç aile Hizorte’ye biraz hareketlilik getirmiş gibi. Ortalıkta dolaşan atlar ve eşekler; sağılmayı bekleyen koyunlar ve keçiler… Bölge aynı zamanda Koçerlerin geçiş noktası…
Yabanıl ama bir o kadar da uysal bir coğrafya… Asi insanının terki diyar ettiği, yerine insan diye bir canlıyı tanımayan hayvanların asileştiği harika bir doğa. Nağbe Kopeko boğazına doğru patika yolunun sağında ve solundaki yeşilliklerde kuş cıvıltılarının eşliğinde rengarenk çiçeklerle doğanın kokusu insanın içine işliyor. Yol üzerinde renk renk kelebekler, kaçamak aşklara kanat çırparken; bok böcekleri Herkül’e inat boylarından büyük işlere kalkışarak dünyalarını arka ayakları ile yuvarlamakta… Diğer canlılarda insanları umursamadan işleriyle meşgul oluyor bir taraftan. Sanırım coğrafyadaki en korkunç canlı, Ziya olarak bilinen dev bir yılanın varlığı… Köylülerin koyunların ortadan kaybolması ile farkına vardıkları bu yılan, iki senden beri ortalıkta yok. Ama yine de hâkimiyet alanındaki bölgeden ürkek adımlarla çabucak çıkmak gerek.
İsyan döneminin efsanelerle anlatılan ünlü direniş noktasından biri: Nağbe Kopeko boğazı… Üç yüz Spartalı’nın Termopoli geçidinde yaptıklarını, buradaki dar boğazda tek bir kişinin bir orduyu yok ederek yaptığı anlatılır. Boğazın ismini, Moğol saldırıları öncesinde bölgeden geçen Selçuklu veziri Sadettin Köpek’ten aldığı rivayet edilir. Nağbe Kopeko boğazı ile Kozluk yolu, Gusked’e ve oradan da Mereto’ya ulaşır.
Yıllara direnmeye çalışan birkaç yıkık evin bulunduğu Hov köyünden Beyt Gevro köyünün harabelerine varılır. Burada yerin derinliklerinden yeryüzüne çıkan çeşmede bir canlılık başlar. Arkasına Mereto’yu almış yalnız bir söğüt ağacı, bir orkestra şefi gibi yalnızlığını paylaşan kuşlar ve kurbağalarla Beethoven’in 9. Senfonisini seslendirmekte...
Beyt Gevro’dan sonra yılan gibi yaylada dolanan yol, Goğ köyüne çıkar. Yüksek tepelerden bereketli vadiye dalan insan, tekrar yabanıl coğrafyayı arkasında bırakarak gündelik hayatına döner. Ama biraz da yabanileşerek…
BEHCET ÇİFTÇİ